MESLEK BİRLİKLERİNDE ÖRGÜTLENME
Av. Sabri Kuşkonmaz
Roma Hukukunda, tahta üzerinde oyularak yapılan bir tablonun kimin malı olduğuna ilişkin tartışmada, tablonun mülkiyetinin tahtanın mülkiyetine bağlı olduğu kabul edilmiştir. O günkü dünyanın incelikli, ayrıntılı, sistemli hukuksal kuralları bütünü olan Roma Hukuku vardığı çözümde tutarlıydı. Geçerli ekonomik yapı ve dünyanın ekonomik algılanışı, somut mala öncelik veriyordu. Düşünsel yaratım süreci sonucunda ortaya çıkan sanat nesnesi tahtaya bağlı kılınmıştı. Tahtanın sahibinin de bu anlamda önceliği vardı. Tarihsel gelişim süreci için-de bu anlayış çoktan aşıldı.
Günümüzde, çağdaş anlayışın egemen olduğu hukuk sistemlerinde ve bu sistemlerin geçerli olduğu ülkelerde, fikri hakları konusunda tam bir fetişist yaklaşımdan söz etmek olası. Olması gerekende bu. Çünkü, fikri emek ürünü olan bir yaratının, estetik-sanatsal değeri ya-nında, bir de "mal değeri” vardır. Bu değeri sanatçı ortaya çıkarmaktadır. Yapıt, sanatçının öznel dünyasından dışarıya sunulduğunda dolaşıma girdiğinde, diğer tüm değerlerinin yanın-da, görünür veya görünmez bir fiyat etiketi taşımaktadır. Genel anlamda, sanat ve sanatçının doğasına aykırı olsa da, böyle bir maddesel gerçeklik vardır. Nice öznel labirentlerden, süreç-lerden ortya çıkan sanat yapıtında öne çıkması istenen doğaldır ki sanatsal estetik yetkinlik ve tamlıktır. Bu anlamda, sanatçı kişiliği, etiket fiyatları ile, parasala ilişkilerle uğraşmayı çelişik bir durum olarak algılar. Günlerce bir dize için boğuşan şair için, dünyadaki renkler ile bey-nindeki renkler arasında köprü kuramayan ressam için para sorunlarını kovalamak son derece zor, anlaşılmaz, hatta ayıptır.
Sanatçının şiiri, izni dışında bir yerlerde okunur. Resmi, fotoğrafı kendisine sorulmaya bile gerek duyulmadan basılır. Bunu yapanlara göre, sanatçının hakkı çiğnenmemiştir. Tam tersi, yapıtı okura, izleyiciye, kısacası halka ulaşmıştır. Oysa yapılan, fikri emek ürünü ortaya çıkmış olan “malın” çalınmasından başka bir şey değildir. Çalanların sınıflandırılması bakı-mından bir liste hazırlanacak olsa, yaptığı eylemin gerçekten de iyi niyetle sanatçının yararına olduğuna inananlardan, para ödemeden bilerek emek hırsızlığı yapanlara daha geniş bir yelpa-ze karşımıza çıkar.
Sözün başında, çağdaş anlayışın eğeme olduğu hukuk sistemlerinde ve bu sistemlerin geçerli olduğu ülkelerden söz ettik. İşte bu ülkelerde fikri hakların korunmasına yönelik ku-rumsallaşma tam anlamıyla oturduğu için, sanatçı “malının” parasal yanıyla uğraşmaya, biri-leri ile dolambaçlı yasal hukuksal yollarda didişmeye zorlanmıyor. Çünkü bağlı olduğu mes-lek birliği tüm mali ve manevi haklarının yasal takibini yapıyor, üçüncü kişilerle sanatçı değil, meslek birliği karşı karşıya geliyor.Üçüncü kişiler de, tek tek sanatçıları aramak yerine, doğru adres olan meslek birliğini karşısında görmek istiyor. Bu sistem tam anlamıyla işlediği, işletil-diği için de, bazı “münferit” olayları duyduğumuzda çok şaşırıyor, bir yandan da gıpta ediyo-ruz. Örneğin bir Avrupa ülkesindeki radyoda okunan şiir için, radyo yetkilileri para ödemek için şairi aramışlardır. Ya da, bestecimiz, yabancı ülkede çalınan şarkısının mali hak bedelini düzenli olarak alabilmektedir. Örnekleri uzatmak olası.
Benzer örnekleri ülkemizde yaşamak çok uzak bir düş değil. Sanatsal yaratıların mali ve manevi hak kategorilerini düzenleyen bir yasamız var. Adı, Fikir ve Sanat Eserleri Kanu-nu. Kolaycı muhalefetin kolay söylemlerinden biri, suçu yasada aramak, yeterli ve gerekli yasal-hukuksal düzenlemelerin olmadı yönünde veryansın etmektir. Ancak bu yöntemin düşün ve sanat alanında kısmen de olsa geçerliliği yoktur. Bu konuda çok eskilere dayana bir yasa var; kısacası FSEK dediğimiz yasa, ikinci dünya savaşında Hitler Almanya’sından kaçan değerli bir hukukçu E. Hirş tarafından hazırlanmış ve 1951 yılında yürürlüğe girmiştir. Yasa, temel çağdaş gerekliliklere sahiptir. Asıl aksaklık uygulamada ortaya çıkmıştır. Daha doğrusu,yasanın ve yasadaki hakların uygulamaya konulmaması bir eksiklik olarak yaşanmıştır.
FSEK ilk haliyle bile eser sahibi/yaratım sahibi kişilerin haklarını koruyacak hükümle-re sahiptir. Sanatçının tek başına yasanın tamamını bilmesi, bilmek bir yana, kendisine tanı-nan hak kategorilerinin peşine düşmesi günlük yaşam pratiği içinde olanaksızdır. Kaldırım kaldırım dolaşıp, korsan kitap takibi yapamayacağı gibi, kitapçıları da sürekli gözleyip, kitabı-nın kendi izni dışında yeni baskıları yapılıp yapılmadığını denetlemesi de olacak iş değildir. İşte, hakların yasa metninde gizli kalmaması, toplumsal kullanım alanına yayılması ancak ve ancak kurumsal oluşumlarla olanaklıdır. Bu gerek ve zorunluluğu saptayan çağdaş anlayış, yasal düzenlemelerde meslek birliklerine yer vermiştir. FSEK’de 42. madde ile meslek bir-liklerine yer verilmiştir; “Eser sahipleri ve komşu hak sahipleri, üyelerinin ortak çıkarlarını korumak ve mevzuatın öngördüğü esas ve usuller içinde bu kanun ile tanınmış hakların takibi-ni, alınacak ücretlerin tahsilini ve hak sahiplerine dağıtımını sağlamak üzer, Kültür Bakanlı-ğınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca hazırlanan tüzük ve tip statülere uygun olarak meslek birlikleri kurabilirler...” Yasanın 1995 değişikliğinden önce, belirlenen dört temel alanda -ilim ve sanat eserleri, müzik eserleri, sinema eserleri, güzel sanat eserleri- birer adet meslek birliği öngörülmüşken, değişiklikten sonra bu yanlıştan dönülmüştür. Yasanın getirdiği biçim-sel koşullara uyularak, dört temel alanda birden fazla meslek birliği kurma olanağı tanınmış-tır.
Anılan değişiklikten sonra, sanatçının sanatçıların fikri haklarını kurumsal düzeyde korumak amacıyla, Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Yazarlar Derneği ve Edebiyatçılar Der-neği ortak bir çalışma içine girmişlerdir. Uzun bir sürecin sonunda, üç yazar örgütünün ortak katılımı ile, 1999 yılı Nisan ayında Bilim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (BESAM) kurulmuştur. Kültür Bakanlığının tip statüyü yayınlaması kuruluş sonrasına denk geldiğinden, meslek birliğinin bakanlıkça tescili gecikmiş, 2000 yılı Ocak ayında da tescil gerçekleşmiştir. BESAM 2000 yılı Haziran ayında ilk genel kurul toplantısını yaparak, kuru-luş sürecini bitirip, tam anlamıyla çalışmaya başlamıştır. Daha sonra bu alanda, EDİSAM, MSG, SETEM gibi, daha birçok meslek birliği kurulmuş ve faaliyete geçmiştir. 2001 yılında yapılan 4630 sayılı değişiklik ve en son, 2004 yılında yapılan 5101 sayılı değişikliklerle, eser sahiplerinin haklarının elde edilmesinde meslek birliklerine lokomotif rol verilmiştir. Bu alanda hakların elde edilmesinin ana unsuru, kurumlaşmadır. Yapımcıların, yayıncıların karşısına kişi olarak çıkmanın olumlu sonuç vermediği ortak deneyimlerle sabittir. Ancak, kurumsal kimlikle hakların izlenmesi ve elde edilmesi yolu son derece kolay ve yasaya, hukuka uygundur.
Genel olarak meslek birliğinin, sağladığı olanaklar nedir? Öncelikle FSEK’de yer alan haklara kısaca göz atmakta yarar vardır. Yasada, iki türlü hak kategorisi vardır. Birincisi manevi haklar. İkincisi Mali haklar. Manevi haklar eser sahibinin kişiliğine bağlı, vazgeçilmez, yok edilmez ve süreklilik gösteren bir niteliğe sahiptir. Yasaya göre manevi hakları; eseri kamuya sunma hakkı, eserde sahibinin adını belirtme hakkı, eserde değişiklik yapılmasını yasaklama hakkı, devir sonrası bile eserden yararlanma ve eserin bütünlüğünü korumayı isteme hakkı. Bu hakların kim tarafından çiğnenirse çiğnensin, eser sahibinin hak-kın çiğnenmesini engelleme, önleme ve manevi zararları gidermek için dava açma hakkı var-dır. Ayrıca, hakkı çiğneyenleri savcılığa şikayet ettiğinde, kamu davası açılır. Suçlu, değişik hapis ve para cezalarına çarptırılır. Ülkemizde en sık rastlanan manevi hak ihlali, korsan yayıncılıktır. Korsan yayıncılık konusunda, ilginç olan nokta, bu eylemi gerçekleştirenlerin cezalandırılmaları için hak sahipleri tarafından şikayeti zorunlu olması, hukuktaki anlatım ile takibi şikayete bağlı suçlardan oluşudur. Yani, adliyenin kaldırımında korsan kitap satılsa, Cumhuriyet Savcısı pekala o kitaplardan satın alabilir, ancak dava açamaz. Çünkü şikayetçi yoktur. İşte, meslek birliğinin önemi burada ortaya çıkıyor. Eser sahibinden alınan yetki ile, meslek birliği tazminat davaları açabileceği gibi, suç duyurusunda bulunabilir. Yetki sadece savcılık ve mahkemelerle sınırlı değildir. Eserle ilgili tüm sözleşmeler eser sahibi adına düzenlenip, imzalanabileceği gibi, parasal hakların takibi ve tahsili de yine meslek birliği tarafından yapılır. Elde edilen para da, düzenli aralıklarla hak sahibine ödenir. Aynı örnek, yazılmış bir senaryo için de geçerlidir. Yazar, senarist meslek birliğine üye ise, eseri ile ilgili olarak verdiği yetki belgesi ile birlikte, hakları meslek birliği tarafından izlenebilecektir.
Az önce sayılan meslek birliği etkinlikleri mali haklar içinde geçerlidir. Yasadaki ad-landırmalarla mali hak kategorilerini de başlıklar olarak sıralarsak; İşleme hakkı (çeviri, oyun-laştırma vb.), çoğaltma (basma) hakkı, yayma (satışa sunma) hakkı, temsil hakkı, radyo-tv ile yayın hakkı. Mali haklar, sayılanlardan da anlaşılacağı üzere, tamamıyla ekonomik bir özellik
gösterirler. Yasaya uygun biçimsel koşullarla devir edilmedikçe, mali haklar, yani eserden pa-rasal olarak yararlanma hakkı, eser sahibine aittir.Üçüncü kişilerin bu hakları çiğnemesi veya çiğneme tehlikesi içinde olmaları karşısında, tehlikeyi önleme veya ortadan kaldırma davaları açılır. Bu davaların yanında, çiğnenen hakkın parasal karşılığının üç katı tutarının ödenmesi istemli tazminat davası açılır. Yine sayılan bütün davaları, sanatçı adına meslek birliği açabi-lir. Sonuç olarak, meslek birliği ağırlıklı örgütlenme ve kurumsallaşmanın son hedefinde or-taya çıkan tabloda, sanatçı sadece yapıtla, yaratımla ilgilenecek, sanatsal etkinliğin ekonomik boyutu tamamıyla meslek birliğinin etkinlik çerçevesinde kalacaktır, olması gereken, istenen budur.
3 Nisan 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)